AMSTERDAM GEZİ YAZISI

Hepinize yeni gezi yazısından merhaba,

Rotamızda yer alan sıradaki durağımız Amsterdam! Bilmeyenler için Avrupa'da gittiğim şehirler hakkında anılarımı deneyimlerimi paylaşıyorum. Bundan önceki gezi yazılarıma buradan ulaşabilirsiniz. Diğer yazılarımı okuduğunuzu varsayarak en çok beğendim şehirlerden biri olan Amsterdam'dan bahsetmek istiyorum.

Dürüst olayım başta şehirin ekşi kokusu (marijuana kaynaklı) ve gençlerin şehrin ortasında sürekli gürültülü şekilde dolaşması beni rahatsız etmişti. Ama 3 saate kalmadan şehire ve bu kokuya adapte oluyorsunuz, merak etmeyin. :)

Buraya ulaştığımızda çok yorgun olduğumuz ilk için dinlenmeyi tercih ettik. Berlin'de ki gibi bir olay yaşamamak için Hostel'de kalmayı mantıklı bulduk. Birçok yere kolaylıkla ulaşabileceğimiz ve kahvaltının dahil olduğu hostele 2 gecelik 60 Euro ödedik. Odada bizim haricimizde 2 Şili'li arkadaş daha vardı. Gayet normal kişilerdi. Bu yüzden farklı kişilerle kalırken, aklında soru işareti kalan arkadaşlar için biraz da olsa o soru işaretini gidermeye yardımcı olmak istedim.

Güne başlarken kahvaltılı hostelleri tercih etmenizi tavsiye ederim. Uzun gezi sırasında yumurtalı kahvaltılara hasret kalabiliyorsunuz çünkü. Biz kahvaltı ihtiyacımızı uzun aradan sonra bu şekilde gerçekleştirdik. Hatta öğlen için yanımıza aldığımız sandviçi bile buradan yaptık. 

Yazın en sıcak dönemlerinde olmamıza rağmen biz bu şehri yağmurlu ve soğukken gezmiş olduk. Şehrin her noktasında bir şeye rastladığınız için harita kullanmanız gerekmiyor. Mesela biz tesadüf eseri Dam Meydanı'na ulaştık. Burada çoğu Avrupa şehrinin aksine meydanda kafe, restoran tarzı şeyler göremiyorsunuz. Önemli günler, kutlamalar bu meydanda yapılıyor. Meydanda Konninkijk Sarayı yer alıyor. 17. yüzyıldan kalma bir saray olduğundan kaynaklık içinde ve dış yapısında birçok şeyi sembolize edildiğini okumuştum. Ama detaylarına ben de hakim değilim. 

Meydanın bir başka kısmında Niuewe Kerk(Yeni Kilise) bulunuyor. Yeni kilise olarak adlandırıldığına bakmayın. Şehirdeki eski kiliseye göre daha yenidir. 16. yüzyılda yapılmış ve birçok uluslararası sergiye ev sahipliği yapıyor. Görselde yer almayan meydanın diğer bir kısmında ise meşhur Madame Tussauds Müzesi yer alıyor. Bu müze çoğu yerde olduğu gibi geçmişte ve bugün yaşayan  ünlülerin bal mumu heykellerinin sergilendiği yer. Benim çok ilgimi çekmediği için ziyaret etme ihtiyacı hissetmedim. İlgilenenler için 20 Eurodan daha fazla bir ücreti vardı.

Dam Meydanı


Meydandan ilerleyip rastgele girdiğiniz sokak dahil olmak üzere çoğu sokakta hediyelik eşyacılara mutlaka denk geleceksiniz. Meydana yakın yerde Flower Market var. Türkiye'de yetiştirebileceğiniz çiçeklerin de olduğu bu pazarda vakumlayarak tohumlarını alabiliyorsunuz. Esrar bu şehirde yasal olduğu için onun da tohumları var.

Ayrıca hediye dükkanları içinde marijuana barındıran birçok şeker, kek ya da kurabiye görebilirsiniz. Çok pişman olmayı seven biri değilim ama keşke oradayken deneseydim dediğim şeylerden biriydi. Başka zaman artık :)

Hediye Dükkanlarından Biri
Gün içerinde Albert Cuyp Market denilen bir yere gittik. Buraya pazar da diyebiliriz. Cadde boyu hediyelik eşya satanlar, kıyafetler, yemekçiler hatta gözleme yapan teyzeler bile vardı. Magnetinizi buradan alabilirsiniz. Şehrin geneline bakınca en uygun yer burasıydı. Yolun devamında kafelerin olduğu bir yere ulaşmıştık. Burada butik kahveciler mevcut. Bir mola vermenizi tavsiye ederim. Kahve sever biri olduğum için 3. dalga kahvecide dinlenme ihtiyacı hissettim. Kahve hatırladığım kadarıyla yaklaşık 2-3 Euro idi.

Tatmanız gereken bir diğer tat ise peynirler. Burada o da çok meşhur. Her köşe peynirci adeta. Bizim karıştığımız tatların dışında aromalı peynirler var. Sarımsaklı, naneli, lavantalı, ballı, acılı, küflü peynirler, kaşarlar.. Peynircilerin en keyifli kısmı ise her birine girip çocuk gibi hepsini tekrar tatmak. Tabii tattıktan sonra damak zevkimize uygun peyniri de aldık. Yarım kilosu 10-20 Euro arasında değişiyor.

Hazır yemekten konuşuyorken diğer alternatiflerden de bahsetmek istiyorum. Gezmeye çok vakit ayırdığımız için oturup bir yerlerde yemek yemeye vaktimiz olmuyor. Bu yüzden ayak üstü patates kızartması satan çok yer var. Buralarda da değişik soslu patatesler mevut ama bu kadar çok sıra olmasının ve talebin fazla olmasını anlamsız bulmuştum. Patates alt tarafı. Ama vaktiniz varsa elinize alır nehrin kıyısında bir bankta olarak hem dinlenir hem de anın keyfini çıkarabilirsiniz.

Hollanda Peyniri

Hava karardıktan sonra ve biraz dinlendikten sonra şehrin diğer kısımlarını keşfetmek için ayaklandık. İlk olarak Red Light District'e gittik. Muhtemelen herkesin duyduğu ve Amsterdam'ın en meşhur yerlerinden biri. Bu bölgede bolca marijuana satan Coffeeshoplar,  kırmızı odalarda bolca kadın, yetişkin müzeleri ve canlı yetişkin tiyatroları şovlarına rastlayabilirsiniz. Arka sokaklara doğru kırmızı olan odalar mora dönüşüyor. Bu odalar da travesti seks işçilerine ait. Kısaca her şeyin yasal olduğu bölge diyebiliriz. Sokakta bir güvenlik problemi görmedim, Sivil polis çok fazla var. Detaylı resim eklemedim. İzinsiz çekilmesinin doğru olmadığını düşündüğüm için. Ama elimde bu sokağın genel görüntüsü mevcut.

Red Light District

Sokak boyunca ilerlediğinizde ise  sizi oldukça ilginç yapı karşılayacak. Eski kilise, orijinal adıyla Oude Kerk. Gotik yapıdaki bu kilise şehrin Rönesans döneminden gelen en eski kilisesi olarak anılmakta. 13. yüzyıldan beri ayakta duruyor.  Kilise içerisinde birçok etkinlik düzenleniyor ve Hollanda ekonomisine ciddi katkı sağladığı da söyleniyor. Ayrıca giriş ücretli.

Oude Kerk

Ertesi gün ise sağlam bir kahvaltı ile güne başlamıştık. Beni heyecanlandıran kısım ise Anne Frank Evi'ni ziyaret etmek olacaktı. Fakat gerçeği oraya gidince öğrendik. Biletler online olarak satılıyormuş. Biraz modumuz düşmüştü. Bu yüzden modun yükselmesi için Dam meydanı yakınlarındaki 5 katlı Primark'a uğradık. Burası birçok Avrupa ülkesinde olan ucuzluk pazarı diyebiliriz. Bol alışveriş yapabileceğiniz bir yer. Zamanın büyük kısmı orada geçince yine sokaklarda kaybolmaya geri döndük.

Nasıl ulaştığımızı bilemeden Begijnhof diye bir yere gelmiş olduk. Tamamen tesadüf eseri. Bu bölgedeki dairelerde genelde rahibeler yaşıyormuş. Ama artık yaşamıyorlar. Tarikatın son üyesi 1970 yılında ölmüş. Burada hep bu tarz insanlar olduğundan dolayı gezerken sessiz olunması için ekstra uyarılar yapılıyor. Avluda buna ek bir de kilise var ama 700 yıllık bir kilise fakat kullanıma kapalı.

Begijnhof


Hazır sakin sakin dolaşıyoruz biraz daha uzak yerde bu sakinliğe devam etmek için Vondelpark'a uğradık. Burası Amsterdam'ın en büyük şehir parkı. Normalde bu şehrin çoğu yeri su seviyesinin altında. Bu parkta da su basma tehlikesinden dolayı 30 yılda bir bakıma sokuyorlarmış.

Vondelpark


Artık dönüş vakti gelmişti. Hostele uğrayıp çıktıktan sonra tren biletimiz gece olduğu için garda vakit geçirip uyumayı düşünmüştük fakat Polisler kesinlikle uyutmuyor. Gar ile ilgili hatırladığım en net şey buz gibi oluşuydu. Donduğumu hatırlıyorum. Ve donarak uyumaya çalıştığımı da. Zordu ama yapacak bir şey yoktu. Tatlı anılar biriktirmiştim.Bu yazıyı yazdığımda Amsterdam'ı bu kadar sevdiğimi düşünmemiştim. Ama cidden beğenmişim. Şehirde araba yok, Aksine çok fazla bisiklet var ve ezilme tehlikesi geçirme ihtimaliniz de çok yüksek. Ayrıca şehrin her noktasında farklı bir hikaye var. Burayı ilginçleştiren şey de daha özgür bir şehir olması. Mutlaka tekrar gitmek istediğim bir yer oldu. Daha uzun kalmak ve daha çok yer gezmek ve tüm nimetlerinden faydalanmak istiyorum.

Şimdilik kısa bir ara Amsterdam!














Yorumlar

Popüler Yayınlar