FLORANSA GEZİ REHBERİ

FLORANSADA NELER YAPILMALI? BİZ NELER YAPTIK?


Beklenen yeni gezi yazısından selamlar. Hikayeyi en son bıraktığım yer sanırım Roma'dan Floransa'ya geçen o otobüs yolculuğu idi. O zaman oradan devam edelim.

Floransa'dan biraz bahsetmem gerekirse şehrin içinden geçen Arno Nehri çevresine kurulmuş kültürel zenginliği bol, mimarisi ve sosyal yaşamıyla yine gezmek için tercih edilebilecek ilk yerlerden biri. Rönesans'ın doğum yeri de diyebiliriz. Anlayın ne kadar tarihsel olduğunu. Bu şehri en güzel yürüyerek anlayabilirsiniz çünkü her köşede keşfedilmeyi bekleyen çok fazla yapı var. Zaten çok geniş alana yayılmayan bir şehir.

Biz gece 3-4 gibi Floransa'ya vardık. Hosteller genelde bu saatlerde kabul etmediği için kendimizi tren garına atacaktık ki kapalı olduğunu fark ettik. 4.30 gibi açılıyordu. Bizde hemen yanındaki boş alana matlarımızı serdik uyumaya çalıştık.Ben uyku konusunda çok başarılıydım. Zaten gezinin çoğunda biz 2 kişi dışarıda uyuduk. Diğer 2 arkadaşımızda hostelde kaldı  ama hostel giriş saatini beklemek için bu gibi durumlarda onlarda dışarıda kalmak zorunda kaldılar. Yani hostelde kalsanız bile dışarıda kalıyorsunuz arkadaşlar. Hostelde kalacak arkadaşlarımız uyuyamadıkları için gündüz hostelde kestirmeyi tercih ettiler bizimde öyle bir şansımız olmadığı için o sıra uyumayı denedik. Onlarda bu vakti sabah güneş doğuşunu Michelangelo tepesine çıkıp izlemeyi tercih ettiler.(Ben gidemedim ama bunu da mutlaka denemelisiniz, çok güzel olduğunu söylediler). Döndüklerinde bizde uyanmıştık ve hep birlikte hostele gittik. Bizim kalacak yerimiz olmadığından arkadaşlarımız sayesinde çantalarımızı bırakabildik. Onlar uyuyacağı için ayrılmak zorunda kaldık.
Hostelden çıktığımızda ilk işimiz kahvaltı etmek oldu. Burada en büyük yardımcımız evden yaptığım granola oldu. Onun da tarifine buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Hemen bir market bulup yoğurtlu granola ile karnımızı doyurduk. Yoğurt 0,75 cent idi. Garın yanında bir Carrefoursa var. Bu da bir dipnot olsun.

Gezi turumuzun ilk durağı Signoria Meydanı var. Burayı arayarak bulmadık tabi ki. Dediğim gibi burada her şey birden karşınıza çıkıyor. Hemen hemen tüm yollar bu meydana çıkıyor diyebilirim. Burası bildiğiniz açık hava müzesi. Buradaki yapılan heykeller çeşmeler 14.-18 yüzyıldan kalma eserler. İnsan o kadar eskilerden bu yapıları görünce çok tuhaf hissediyor.
Yürüyüşümüze devam ettiğimizde karşımıza yine bir meydan çıkıyor Duomo Meydanı. Burası önceki meydana göre daha kalabalık etrafında çeşitli restoran ve kafelerin olduğu bir meydan. Burasının kalabalık olmasının başka bir sebebi de Floransa Katedrali, Gietto’nun Çan Kulesi gibi yapıların olması. Benim en çok dikkatimi çeken Floransa Katedrali olmuştu. Bu yapı kentin en büyük dini yapısı. Bu katedral yapılırken kubbeyi tamamlayabilmek için mimarlar çok fazla yöntem ve alet geliştirmek zorunda kalmışlar. 13. Yüzyılda bu tür zorlukların olması normal tabi.

Floransa da çok fazla fotoğraf çekmediğim için maalesef çok fotoğraf koyamadım. Kendi çekmediğim fotoğrafı koymanın da doğru olmayacağını düşündüğüm için sizi bundan biraz mahrum bırakıyorum.Kusuruma bakmayın.

Ortadaki yapı: Gietto'nun Çan Kulesi ,
En sağdaki yapı: Floransa Katedrali

Zaman geçtikçe karnımız acıkmaya başladı ve Duomo meydanındaki restoranlarından birine oturup makarna söyledik. Burada domates soslu makarna yedik. Yanında parmesan getirdiler. İstediğimiz kadar ekleyebiliyorduk. Türkiye’de altın gibi değerli olan bir şeyin orada ortaya gelen ketçap gibi bir şey olması da güzeldi tabi. İtalyan restoranlarında tek sorun servis ücretinin olması. Bazı yerlerde tabelada  “No Coperto” yazıyor. Bu da servis ücretinin olmadığı anlamına geliyor. Ama dediğim gibi bazı yerlerde. Biz 12,20 Euro ödedik. Şu kadar söyleyeyim her kuruşuna değdi. Biraz da soluklanmış olduk.

Biraz daha nehrin oraları ve nehrin diğer tarafını keşfetmek istiyorduk derken köprüye varmıştık. Her gelen kişinin burayı görmesi gerek.
Ponte Vecchio , aslında çok öncelerden halka gözükmeden geçiş yapabilmek için inşa edilmiş bir köprü. Şu günlerde genelde kuyumcuların olduğu ve turistlerin en uğrak noktası. Ama beni etkileyen bir diğer faktör bu nehir üzerindeki en eski köprü ve 2. Dünya savaşında yıkılmayan tek köprü olması. Görülmesi gereken yer olduğunu söylemiştim.


Ponte Vecchio
Biz köprünün diğer tarafına ulaşınca daha fazla hareketliliğin olduğunu gördük. Ve buradaki dar sokaklar bana daha eğlenceli gelmişti. Bir dükkandan bu hareketliliğe biraz daha neşe katmak için dondurma aldık. O da 2,5 Euro idi. Klasik bir dondurmaydı fakat etrafı çikolata kaplı külahlı dondurmaları da merak etmiştik. Ertesi günde ondan denedik. O da 4 Euro idi.
Gün batımına daha vardı. Ama o tepeye çıkmak için büyük bir efor harcayacağımızı biliyorduk. Bu yüzden erkenden ulaşmak istedik. İyi ki de öyle yapmışız çok kalabalıktı. Orada yer alan merdivenler doluydu ama aradan sıyrıla sıyrıla oturmayı başardık. Ve Michelangelo. Keman sesi, gün batımı, nehir, tarihi ışıklı yapılar.. Bana hayatının en mutlu anlarından biri nedir diye sorsanız size o anı anlatırdım. Keşke anlattığımı anlayabileceğiniz bir makine olsaydı. Gün battı. Karanlık oldu her yer ama insan gitmek istemiyor. Çok yorgunsun uyumak istiyorsun ama o andan da kopmak istemiyorsun. Böyle de güzel bir tepeydi.
Michelangelo Tepesi
Artık dönüş vaktiydi ve aslında ilk maceramız başlıyordu. Dışarıda uyumak. Matlarımızı sırtlandık. Gara geldik. Kapının önündeki polisler saat yaklaşık 2 ye kadar oradaydılar. Evet insan tedirgin oluyor. Çevrede bir hareketlilik olunca irkiliyorsun ama dışarıda kalmaya göre gayet güzel bir uyku çektim. İleri ki yazılarımda kötü olanları da anlatacağım. Yanımızda da Türk arkadaşlar bulmuştuk. Onlarda bizim gibi matlarla yatacaklardı. Birbirimize arkadaş olduk. Çok fazla sivrisinek vardı etrafta. Yanınıza sinek ilacı almayı unutmayın. Benim aldığım sinek ilacı da bize çok yardımcı oldu. Uyurken bir miktar üşümeniz normal tabi ama 4 gibi gar açılınca içeri girip orada devam edebilirsiniz uykuya. Fakat bir saatten sonra polisler gelip kaldırıyorlar. Yani garda da çok iyi uyku çekemiyorsunuz.

Bizde nasıl olsa uyuyamıyoruz diye hemen garın karşısındaki 24 saat açık McDonald’s a girdik. Her yerde olan Kruvasan kahve klasiğinden vazgeçemedik. Çünkü çok ucuz 1.9 Euro. Hostele matlarımızı bırakmaya giderken yolda bir hediye dükkanı keşfettik. Mutlaka sizde görürsünüz 99cent diye dükkan ben bundan 2 -3 tane gördüm. 1 Euroya güzel bir magnet kaptım.

2. Gün daha fazla nehrin karşında takıldık oralar bizim daha hoşumuza gitmişti. Burada Pitti Sarayı var.Arkasında da Boboli Bahçeleri, zengin bitki örtüsüne eşlik ediyor. Giriş ücreti 10 Euro olması lazım. Bu bahçelerin hemen önünde kalan saraya ulaşmak için yürürken bir dönerci gördük karnımızda acıkmıştı. Bilmiyorum açlıktan mı bu zamana kadar yediğim en iyi dönerdi. Midemiz bayram etti o sırada. Fiyatını tam hatırlamamakla birlikte 5-6 Euro dan fazla olduğunu sanmıyorum.
Venedik dönüşünü düşünürken trenle mi yoksa otobüsle mi gideceğimize karar vermemiz gerekiyordu. Birkaç otobüs firmasıyla görüştük. Gardaki makineleri inceledik. Ve bize en uygun olan tren biletiydi. 20,35 Euro tuttu. Bu noktada bilmeniz gerek önemli nokta var. Eğer interrail bileti kullanmadan ordaki gardan bilet satın alıyorsanız. Bu biletin barkodunu dışarıda bulunan bir cihazda okutmanız gerekiyor. Biz bunu öğrenene kadar göbeğimiz çatladı. Biz yaşadık siz yaşamayın. Sonrasında zaten bileti görevliye gösterip giriyorsunuz.

Ertesi sabah gitmeyi planladığımız için vaktimizi geçirebileceğimiz bir çimenlik alan bulup yayıldık. Oturup dinlendik. Ardından Mcdonald’s yolu tutuldu. Tuvalet gibi temel ihtiyacın karşılanmasına yardımcı olan bir yerdi. Avupa'da birkaç yerde tuvalet kullanmak paralı olabiliyor. Burada değildi.
Bir maceramız da yorgun bir şekilde son buldu. 
Aslında anlatılacak daha çok şey oluyor fakat çok fazla yazı ile boğmak istemedim. Temel şeylerden ve olabilecek zorluklardan, onların çözümünden olabildiğince bahsetmeye çalıştım. Aklınıza takılan sorular olursa bana ulaşabilirsiniz.
İleri ki gezi yazılarında görüşmek üzere.

Yorumlar

Popüler Yayınlar