BERLİN GEZİ YAZISI




Herkese selam,

Gezi yazılarına ciddi anlamda ara verdiğimi fark edince hemen geri dönmek istedim. Seyahatimizdeki rotaya göre gittiğimiz için sıradaki durağımız Berlin olacak.

Berlin bize zor zamanlar yaşattı elbet. Sebebi bu şehirde dışarıda kalacak olmamızdı. O kısma birazdan değineceğim. Biz Berlin Spandau garında inmiştik. Şehir merkezine aktarma yapmamız gerekti. Notlarıma eklememişim ama yanlış hatırlamıyorsam indiğiniz yerde aktarmalı tek kullanımlık biletler alabiliyorsunuz (2-3 Euro arasında). Ya da uzun mesafe yürüyerek ulaşabiliyorsunuz.

Çantalarımızı arkadaşlarımızın kalacağı yere bırakacağımız için ilk oraya yürüdük. Hemen kısa bir tavsiye ekliyorum. Bütçeniz genişse ulaşım için yürümek yerine biletlerden faydalanabilirsiniz. Çünkü Berlin geniş alana yayılmış bir şehir.

Kahvaltı için birçok şehir gibi burada da marketleri kullandık. Yol üzerinde bir kafede kahve ve marketten aldığımız taze kruvasanı tercih ettik. Buna ek öğlenleri granola keyifli bir öğün oluyordu. Granola tarifi blogta mevcut, buraya tıklayarak siz de deneyebilirsiniz :)

Şehri keşfe çıktığımızda karşılaştığımız ilk nokta Holocaust Anıtı oldu. Bu anıt Yahudi soykırımında ölenler için yapılmış. Giderseniz anıtların üzerinde yer alan yazılar göreceksiniz. Bunlar Yahudilerin efsanelerinden, toplumsal törenlerde yapılan konuşmalardan bazı alıntılar içeriyor. Anıtın bir bölümdeki tabelada ise hayatını kaybeden insanların bir kısmının adının yazıldığını göreceksiniz. Bu anıtlarla ilgili bana en ilginç gelen bilgi duvarlarının boya tutmayacak yapıda inşa edilmiş olmasıydı. Bu şekilde grafiti kültürünün buraya etki etmemesini sağlamışlar.

Holocaust Anıtı





Sonrasında Alman Parlamento Binası'na uğradık. Bina tasarımında ilk dikkat çeken yer cam kubbesi olmuştu. Doğal aydınlatma için kullanmışlardır diye düşünüyorum. Ayrıca şehri izleme imkanı da sunuyor. Kubbeye çıkmak içinse önceden rezervasyon gerekiyor.  Almanya'daki birçok yapı gibi bu da 2. dünya savası sırasında harabeye dönmüş ama şu an gayet iyi durumda.

Parlamento Binasına yürüme mesafesi uzaklığında Brandenburg Kapı'sını göreceksiniz. Çok kalabalık bir yer. 1700'lü yıllarda Prusya Kralı zenginliğini göstermek için bu kapı yapılmış. Kapı üstüne de heykel eklemişler, arabayı çeken kişi ise zafer tanrıçasını temsil ediyor. Fakat yıllar geçtikçe kapının hikayesi ilginçleşiyor. Napolyon, Berlin'i işgal ettikten sonra bu heykelleri alıp  zaferinin bir göstergesi olarak Paris'e götürüyor. Sonra tahttan indirilmesiyle birlikte Berlin'e geri geliyor ve artık burada kalıyor.
Brandernburg Kapısı
  

Gün ağardı, saat geç oldu ve uyuma vakti gelmişti. Bilin bakalım kimin kalacak bir yeri yok. Aslında Floransa'dan alışıktık dışarıda uyumaya. Biz de merkezdeki tren garına yürümeyi ve orada uyumayı tercih ettik. 24 saat açık ve uykumuzun bölünmeyeceği tek yer orasıydı çünkü.

Ulaşıp uyumayı denediğimizde 2 saat içerisinde tam uykudayken birisi çantalarımızı almaya çalıştı. Tedirgindik ama ben yine keyfimin kahyası olduğum için tekrar uyumayı göze alabildim. Fakat 1 saat içerisinde tekrar aynı kişi gelip çantayı çekiştirmeye çalışmıştı. Arkadaşımla avantajımız yastık olarak yaptığımız çantaları birbirine bağlamamız idi. Böylece fark edebiliyorduk. Kısaca Berlin'de dışarıda kalmak yerine gidin Hostel'de kalın. O da gecelik 20-30 Euro arasında geliyordu diye hatırlıyorum. Macera yaşamak isteyenler için bu da ideal bir seçenek tabi. Sonuçta farklı bir anı biriktiriyorsunuz. Yeni güne de polislerin Guten Morgen sesiyle birlikte  (4.30-5 gibi) başlamış olduk.

Ek Bilgi: Telefon şarjları için Mc Donald's tercihi doğru bir tercih olacaktır. Oldukça fazla priz var.

2. gün ilk ziyaret yerimiz Berlin Duvarı olmuştu. Aslında birçok filmde de rastladığımız atmosferden (filmlerin bıraktığı etkiyi bilen bilen) bambaşka bir atmosfere ile karşılaşıyorsunuz. Daha sessiz, daha soğuk.  Berlin Duvarı'nın şehirde kalıntılar halinde olabildiğini görebiliyorsunuz.

             
                                                                                     Berlin Duvarı

Berlin'in muhtemelen en dikkat çeken yeri televizyon kulesi. Ve maalesef fotoğrafı ben de yok. Uzunluğu 368 metre. Ücretini çıkmadığım için tam hatırlayamıyorum fakat 20 Euro dan daha fazla olduğunu biliyorum. Bu kulenin çevresi de oldukça kalabalık. Birçok yeme içme alışveriş yerleri de burada. Hazır Berlin'de iken de Türk dönercisinde döner yemeden gitmek olmaz dedik ve hazır bu canlı bölgedeyken rastgele bir yere oturduk. Burada Türk dönercileri çok meşhur. Sebebi meğer porsiyonlarıymış. Tabi bir de lezzetleri. Porsiyonlar çok büyük ve dolu dolu doyuyorsunuz yaklaşık 6-7 Euro'ya.

Caddeleri keşfetmeye devam edince Checkpoint adlı canlı bir yere rastlayacaksınız. Ritter Sport markasının 4 katlı müzesi, Türkiye'de bulamayacağınız çeşitteki çikolatalarına da ev sahipliği yapıyor. Bölgenin devamında cadde üzerinde birçok gösteri ve eğlence alanı da var. Ucuzluk pazarları donatıyor caddeyi. Fakat dikkat edin dolandırılmayın. Şahsen gözümün önünde gösteri yapan biri parasını kaptırıp küçük çaplı kaos yaşadı.

Şehirdeyken kendinizi çok boğulmuş hissetmiyorsunuz ama olur da kafa dinlemek istiyorum derseniz bir markete gidip akşam yemeğinizi alın, marketlerde satılan tavuklu salatalar var 3-4 Euro (baya doyurucu, salata dediğime bakmayın) ve Tiergarten Parkı'na  rotanızı çevirin derim. Tabi burası çok büyük bir park. Arkadaşımla hepsini gezme fırsatımız olmadı ama uzun bir vakit geçirip yemeğimizi piknik tadında yaptık diyebilirim. Gayet keyifliydi sizlere de giderseniz denemenizi tavsiye ederim.

Bu şekilde Berlin'de de ufak anılar biriktirmiş olduk. Şehrin geneline yapacağım yorum ise, yerliler sanılan kadar soğuk insanlar değil, şehir ferah, trafik problemi gördüğüm kadarıyla yok ama şehrin rengi gerçekten gri-kahverengi. Ama gitmeye değer bir yer olduğunu düşünüyorum. Tıpkı dünyadaki her yer gibi. Görülmeye değer.

Bir sonraki gezi yazısı için şimdilik hoşçakalın. :)



Yorumlar

Popüler Yayınlar